
Daha iyi hissetmeye bugün başlayın
Siz de 850 bin mutlu danışanımız gibi hayatınızın kontrolünü elinize alın.
Başlayınİnsan yaşamında psikolojik iyi oluşu belirleyen en temel faktörlerden biri kurulan ilişkilerin niteliği olarak değerlendirilmektedir 1. Bireyin ailesiyle, arkadaş çevresiyle, romantik partneriyle ya da iş ortamındaki kişilerle kurduğu ilişkiler; yalnızca duygusal doyum üzerinde değil, aynı zamanda genel yaşam memnuniyeti ve ruhsal denge üzerinde de önemli bir rol oynamaktadır. Yapılan çeşitli araştırmalar sağlıklı ilişkilerin bireyin stresle başa çıkma becerisini artırdığı, duygusal dayanıklılığı güçlendirdiği ve yaşam kalitesini yükselttiğini göstermektedir2.
Kaliteli bir ilişkinin inşasında belirleyici olan unsurlar arasında sevgi, güven ve saygı gibi temel ihtiyaçlar öne çıkmaktadır. Bu ihtiyaçların karşılanmadığı ilişkilerde bireyin yalnızlık duygusu ve özdeğer algısında belirgin düşüşler yaşandığı bildirilmektedir. Söz konusu temel ihtiyaçların karşılanması ise yalnızca çocukluk dönemine özgü bir gereksinim olarak değerlendirilmemekte; yetişkinlik döneminde de sevildiğini, değer verildiğini ve güven duyduğunu hisseden bireylerin daha sağlıklı ilişkiler sürdürebildiği ifade edilmektedir.
Bununla birlikte ilişkilerde sıkça gözlemlenen bir eğilim, bireylerin ilişkiyi geliştirecek adımları öncelikli olarak karşı taraftan beklemesidir. Oysa literatürde ilişkilerin niteliğinin tek taraflı beklentilerle değil, karşılıklı katkı ve özveriyle şekillendiği vurgulanmaktadır3. Taraflardan birinin ilişkiye dair sorumluluğu üstlenmesi yalnızca ilişkinin sürdürülebilirliğini değil, aynı zamanda karşılıklı güven ortamının tesis edilmesini de kolaylaştırmaktadır.
Kaliteli ilişkilerin temel bileşenleri incelendiğinde yalnızca sevgi ve güvenin varlığı değil; aynı zamanda bireysel sınırların gözetilmesi, emek dengesinin korunması, yapıcı iletişim kanallarının açık tutulması ve gerektiğinde uzlaşma eğiliminin gösterilmesi gibi faktörler de ön plana çıkmaktadır. Bu unsurların ilişkilerde ne ölçüde karşılandığı, ilişkinin sağlığı ve derinliği üzerinde belirleyici bir etki yaratmaktadır.
Günümüzde ilişkilerin yüzeyselleşme ve çıkar odaklı hale gelme riskine sıkça maruz kaldığı görülmektedir. Bireyin karşısındaki kişiyi bir "imkan" ya da "araç" olarak değil; bir insan olarak görebilmesi, ilişkinin derinliğini ve kalitesini artıran unsurlar arasında sayılmaktadır. Bu bağlamda kişisel sınırların korunması, tarafların birbirine değerli hissettirilmesi ve duygusal ihtiyaçların karşılıklı olarak gözetilmesi, sağlıklı ilişkilerin temelini oluşturmaktadır.
Romantik İlişkilerde Empati
Bireyler yaşamları boyunca çeşitli sosyal ilişkiler geliştirir; aile üyeleriyle, arkadaşlarıyla, partnerleriyle ve iş arkadaşlarıyla kurdukları bu ilişkiler psikolojik iyi oluş üzerinde derin etkiler yaratır. Bu ilişkilerin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi ise belirli sosyal becerilerin varlığına bağlıdır. Söz konusu becerilerden belki de en belirleyici olanı, empati kurma yetisidir.
Empati, en genel tanımıyla, bir başkasının duygularını anlayabilme ve o duyguları içselleştirerek karşı tarafa bunu hissettirebilme becerisi olarak ifade edilmektedir. Yalnız empati yalnızca karşı tarafın ne hissettiğini bilmekle sınırlı değildir; aynı zamanda o duyguyu küçümsemeden, yargılamadan ve değiştirmeye çalışmadan karşı tarafa alan tanıyabilmeyi içerir4.
Empati ve Bağ Kurma
Yapılan araştırmalar bireyler arasındaki güvenin tesis edilmesinde empatik yaklaşımın önemli bir aracı olduğunu göstermektedir5. Özellikle romantik ilişkilerde partnerlerin birbirlerinin bakış açılarını anlayabilmesi, ilişkide yaşanan çatışmaların yapıcı bir şekilde çözülmesine olanak tanır. Karşılıklı empati tarafların birbirini anlamasına, kabul etmesine ve ilişkinin derinleşmesine katkı sağlar.
Bir ilişkide empati eksikliği ise çoğunlukla yanlış anlaşılmalara, iletişim kopukluklarına ve duygusal mesafeye sebep olabilmektedir. Karşı tarafın duygu ve düşüncelerini anlamaya yönelik bir çaba gösterilmediğinde, bireyler çoğu zaman kendilerini yalnız, anlaşılmamış ya da değersiz hisseder.
Empati ve Duygusal Regülasyon
Empatinin ilişkilerdeki etkisi yalnızca karşı tarafı anlamakla sınırlı değildir; aynı zamanda bireyin kendi duygusal regülasyonunu da etkiler. Bir başkasının duygusuna empatik bir şekilde yaklaşabilen kişi, çoğu zaman kendi öfke, kırgınlık veya hayal kırıklığı gibi yoğun duygularını da daha sağlıklı bir şekilde düzenleyebilir. Bunun temel nedeni empatik yaklaşımın, bireyin odak noktasını kendisinden çıkarıp karşı tarafa yönlendirmesi ve böylelikle olumsuz duygu sarmalına kapılmasını engellemesidir.
Örneğin bir arkadaşla yaşanan anlaşmazlık durumunda birey yalnızca kendi haklılık hissine odaklanmak yerine, karşı tarafın içinde bulunduğu durumu ve o duruma eşlik eden duyguları anlamaya çalıştığında tartışmanın tırmanma olasılığı azalır. Empati sayesinde diyalog kanalları açık tutulur ve sorun çözmeye odaklı bir iletişim zemini oluşturulur.
Empati Öğrenilebilir Mi?
Önemle vurgulanması gereken bir diğer nokta ise empatinin doğuştan gelen sabit bir özellik olmayışıdır. Çoğu araştırma empati becerisinin geliştirilebilir olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle bilinçli farkındalık (mindfulness) ve aktif dinleme gibi pratikler, empatik kapasitenin artırılmasına yardımcı olur. Bu beceri üzerinde çalışıldığında yalnızca ilişkilerin kalitesi artmakla kalmaz, aynı zamanda bireyin öz-anlayış ve öz-şefkat düzeyinde de artış gözlemlenir6.
Empatinin geliştirilmesinde aktif dinleme önemli bir rol oynar. Karşıdaki kişiyi onu düzeltmeye çalışmadan ya da kendi bakış açımızı öne çıkarmadan dinlemek; empatik iletişimin en temel bileşenlerinden biridir. Aktif dinleme sırasında kişinin yalnızca söylenen sözleri değil, aynı zamanda beden dili, ses tonu ve duygusal alt metinleri de dikkate alması gerekir. Bu şekilde kurulan iletişim, güven inşa eder ve ilişkinin duygusal bağını güçlendirir.
Empati ve Sınırlar
Bununla birlikte empatinin aşırıya kaçtığı durumlarda kişinin kendi sınırlarını ihmal etmesi de olasıdır. Özellikle "duygusal emici" olarak tanımlanan kişilerle kurulan ilişkilerde sürekli karşı tarafın duygularını öncelemek bireyin tükenmişlik yaşamasına neden olabilir. Bu noktada sağlıklı sınırlar çerçevesinde empati göstermek önem taşır. Empati karşı tarafın duygusunu sahiplenmeden, onunla birlikte var olabilmeyi içerir. Kısaca empati gösterme sürecinin bireyin hem kendi ruh sağlığı hem de ilişkisel doyumu açısından kritik bir rol oynadığı ifade edebilmek mümkündür.
Empatik ilişkiler ise karşılıklı anlayışın hâkim olduğu, bireylerin kendilerini değerli ve kabul edilmiş hissettikleri bağları mümkün kılar. Dolayısıyla ilişkilerin uzun soluklu ve tatmin edici olabilmesi büyük ölçüde tarafların empati kapasitesiyle ilişkili olabilmektedir.
Sağlam Bir İlişki Nasıl Olmalı?
Özellikle romantik, arkadaşlık veya aile ilişkilerinde sağlıklı ve sağlam bir yapı inşa edilebilmek tarafların birbirlerine karşı benimsediği tutumlar ve iletişim biçimleriyle yakından ilişkilidir. Sağlam bir ilişkinin temelinin yalnızca empati ile değil sağlıklı güven bağı ile de temellendiğini söylemek mümkündür.
Romantik İlişkilerde Güvenin Temel Rolü
Sağlam bir ilişkinin en temel yapı taşlarından biri karşılıklı güven duygusunun varlığıdır. Güven; tarafların birbirine yönelik tutarlılık, dürüstlük ve sadakat beklentisini karşılamasıyla inşa edilir. İlişkide güven ortamı sağlanmadığında sürekli bir kaygı hali, kıskançlık ya da kontrol etme ihtiyacı ortaya çıkabilmekte; bu durum ilişkinin sağlıksız bir döngüye girmesine neden olabilmektedir7. Güven duygusunun sürdürülebilmesi için söz verilen davranışların yerine getirilmesi, açık iletişim kurulması ve gizli tutulan durumların minimize edilmesi gerekmektedir.
Sağlam ilişkilerde duygusal destek mekanizması da aktif bir biçimde işler. Taraflar zor zamanlarda birbirlerine yalnızca fiziksel değil, duygusal anlamda da alan açar. Bununla birlikte, ilişkinin sürdürülebilirliği için bireylerin birbirlerinin farklılıklarını kabul etmesi ve kişisel sınırlarına saygı göstermesi önem taşır. Saygının eksik olduğu ilişkilerde taraflardan biri çoğunlukla bastırılmış, görülmemiş veya değersiz hissetme eğilimindedir.
Denge ve Karşılıklılık
Sağlam ilişkilerin bir diğer önemli özelliği emek ve çaba dengesinin gözetilmesidir. Yapılan araştırmalar ilişkide çaba dengesizliğinin zamanla taraflardan birinde tükenmişlik duygusu yaratabileceğini göstermektedir8. Taraflardan yalnızca birinin ilişkiyi sürdürmek adına sürekli çaba göstermesi, iletişim başlatması ya da sorunları çözmeye çalışması durumunda uzun vadede ilişkiyi zedeleyen bir dengesizlik oluşur. Sağlıklı bir ilişki karşılıklı sorumluluk paylaşımıyla ayakta kalır; taraflar birbirlerine eşit ölçüde katkıda bulunur.
Sağlıklı İletişim Kanalları
Sağlam ilişkilerin vazgeçilmez bileşenlerinden biri de açık ve dürüst iletişimdir. Çiftler veya arkadaşlar arasında oluşan sorunların çözümü, çoğunlukla iletişim kanallarının ne derece şeffaf tutulduğuyla doğru orantılı olmaktadır. Pasif-agresif tutumlar, imalar veya sorunları konuşmaktan kaçınma davranışları uzun vadede ilişkide kopukluklara neden olabilir. Bunun yerine, tarafların duygularını ve beklentilerini doğrudan ifade edebildiği, yapıcı bir iletişim ortamı sağlam bir ilişkinin devamlılığı için kritik önemdedir.
Bağımsızlık ve Ortak Alan Dengesi
Bir ilişkide sağlıklı bir bağ kurmanın yanı sıra bireysel kimliklerin korunması da önemlidir. Aşırı bağımlılık geliştiren ilişkilerde, bireylerin özgürlük ve kimlik duygularını kaybetme eğilimi gösterebilmektedir. Dolayısıyla sağlam ilişkilerde hem birlikte vakit geçirilen ortak alanlar hem de kişisel alanlar dengede tutulur. Taraflar kendi bireysel ilgi alanlarına, arkadaş çevrelerine ve kişisel gelişim süreçlerine alan açabildiklerinde ilişkinin hem sürdürülebilirliği hem de niteliği artmaktadır.
Uzlaşma Yetisi
Son olarak sağlam ilişkilerde uzlaşma becerisi büyük bir rol oynar. Taraflar her konuda fikir birliği içinde olamayabilir; ancak önemli olan, fikir ayrılıklarının yapıcı bir şekilde yönetilmesidir. Bazen çiftlerin anlaşamadığı konusunda anlaşması bile gerekebilir. Uzlaşma çoğu zaman bir tarafın tamamen ödün vermesi anlamına gelmez; aksine, her iki tarafın da beklentilerini ve ihtiyaçlarını gözeterek ortak bir çözüm noktasında buluşmayı gerektirir. Bu süreç, ilişkinin hem karşılıklı doyumu hem de uzun vadeli sürdürülebilirliği açısından hayati bir öneme sahiptir. Özetle, sağlam bir ilişki; güven, saygı, karşılıklı çaba, sağlıklı iletişim, bağımsızlık alanı ve uzlaşma gibi temel dinamiklerin dengeli bir şekilde var olduğu ilişkidir. Literatür, bu faktörlerin sağlanamadığı durumlarda ilişkilerin zamanla zedelendiğini; aksine bu unsurların bilinçli bir şekilde gözetildiği ilişkilerde ise bireylerin daha tatmin edici, sağlıklı ve uzun ömürlü bağlar kurduğunu göstermektedir10.
Romantik İlişkilerde 3 Ay Kuralı Nedir?
Romantik ilişkiler söz konusu olduğunda özellikle popüler psikoloji literatüründe sıkça dile getirilen kavramlardan biri "3 Ay Kuralı"dır. Bu kavram yeni başlayan bir ilişkinin ilk üç ayında çiftlerin birbirlerini ve ilişkinin dinamiklerini tanıma sürecine işaret eder. İlişkinin ilk dönemlerinde her iki tarafın da en iyi yönlerini gösterme eğiliminde olduğu, ilişkinin "balayı evresi" olarak adlandırılan bu dönemde birçok özelliğin tam anlamıyla görünür olmadığını ifade eden bir yaklaşımdır. İlişkilerin erken dönemlerine dair yapılan çalışmalar, romantik ilişkilerin başında bireylerin daha idealize edilmiş bir tutum sergilediğini ve karşı tarafın olumsuz özelliklerini görmezden gelme eğiliminde olduğunu göstermektedir12. Bu süreçte çiftler genellikle daha sabırlı, anlayışlı ve hoşgörülü davranırken, farklılıklar ya da uyumsuzluklar geri planda kalır. İlişkinin ilerleyen dönemlerinde ise taraflar arasındaki gerçek uyumun ve kişilik yapılarının daha görünür hale geldiği belirtilmektedir.
Üç ay süresi psikolojik olarak bağlanma stillerinin, iletişim tarzlarının ve kişisel sınırların daha net ortaya çıktığı bir eşik olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, bu dönemin sonunda ilişkinin dinamikleri hakkında daha sağlıklı bir değerlendirme yapılması mümkün hale gelir.
Neden 3 Ay?
Psikolojik araştırmalar romantik ilişkilerde bağlanma, güven geliştirme ve duygusal yakınlık süreçlerinin belirli bir zaman dilimi içinde şekillendiğini ortaya koymuştur. Özellikle güven, sadakat ve bağlılık gibi temel unsurların ilişkide oturabilmesi için belirli bir deneyim süresine ihtiyaç duyulduğu belirtilir. Üç aylık süreç tarafların farklı durumlarda nasıl davrandıklarını gözlemleyebilecekleri; stres, anlaşmazlık ve günlük hayatın sıradan akışı içinde birbirlerini daha gerçekçi değerlendirebilecekleri bir zaman dilimi sunar.
Ayrıca biyolojik olarak da bu sürece destek sağlayan veriler bulunmaktadır. Yapılan çalışmalarda, ilişkinin başlangıcında salgılanan dopamin, serotonin ve oksitosin gibi nörotransmitterlerin yoğun etkisinin ilk birkaç ayda zirve yaptığı; ancak zamanla bu yoğunluğun azaldığı gösterilmiştir. Dolayısıyla ilk dönemlerde yaşanan yoğun duygusal yükselişin ardından daha rasyonel bir değerlendirme yapılabilmesi için bu nörokimyasal süreçlerin dengelenmesi beklenir.
Romantik İlişkilerde İlk Üç Ay Sonrası Ortaya Çıkan Dinamikler
Üç aylık sürecin sonunda genellikle tarafların iletişim tarzları, değerleri, problem çözme becerileri ve sınırları daha görünür hale gelir. Bu noktada ilişkinin sağlıklı bir şekilde ilerleyip ilerlemeyeceği de daha net anlaşılabilir. Özellikle ilişkide “güç mücadelesi”, duygusal mesafe, empati eksikliği gibi sorunlar, balayı evresi sonrasında daha belirgin bir hâl alabilmektedir. Araştırmalar çiftlerin ilk birkaç ay içinde çözemedikleri problemlerin ilerleyen dönemlerde kronikleşme riski taşıdığını göstermektedir13. Bu nedenle üç aylık dönem, ilişkide hem tarafların beklentilerinin hem de iletişim biçimlerinin değerlendirilmesi açısından kritik bir eşik olarak kabul edilmektedir.
Bu süreçte bireylerin şu soruları kendilerine sorması önerilmektedir:
- Bu kişiyle iletişim kurmakta zorlanıyor muyum?
- Karşılıklı sınırlarımızı gözetebiliyor muyuz?
- Fikir ayrılıklarında yapıcı bir şekilde uzlaşabiliyor muyuz?
- Kendimi bu ilişkide güvende ve olduğum gibi hissediyor muyum?
Bu sorular ışığında, ilişkinin üç ay sonunda hangi yöne evrileceği hakkında daha sağlıklı bir içgörü kazanılabilir. Dolayısıyla ilişkinin sağlıklı bir zeminde ilerleyip ilerlemeyeceği; güven, iletişim, sınır gözetimi ve karşılıklı uyum gibi unsurların bu süre zarfında ne ölçüde sağlandığına bağlıdır.
Psikoterapi Daha İyi İlişkiler Kurmaya Yardımcı Olur Mu?
İletişim kopuklukları, sınır problemleri, güven eksiklikleri ya da geçmişten taşınan travmatik yaşantılar ilişkilerin niteliğini olumsuz yönde etkileyebilir. Bu noktada bireysel ya da çift terapisi süreçlerinin, daha sağlıklı ve doyumlu ilişkiler kurmada önemli bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir.
Bireysel terapi çoğunlukla kişinin kendi duygusal süreçlerini anlaması, geçmiş yaşantılarının bugünkü ilişkilerine etkisini fark etmesi ve sağlıklı sınırlar oluşturabilmesi için yapılandırılır. Özellikle bağlanma stilleri, çocukluk döneminde deneyimlenen aile dinamikleri doğrultusunda şekillenir ve yetişkinlik döneminde kurulan ilişkileri doğrudan etkiler. Terapötik süreçte kişinin bağlanma stiline dair farkındalık kazanması, kendi davranış kalıplarını anlaması ve ihtiyaçlarını sağlıklı yollarla ifade edebilmesi sağlanır.
Araştırmalar bireysel terapinin iletişim becerileri, empati geliştirme ve duygusal regülasyon alanlarında pozitif etkiler yarattığını göstermektedir14. Bu beceriler yalnızca kişinin kendisiyle ilgili alanlarda değil, aynı zamanda diğer insanlarla kurduğu bağların niteliğinde de iyileştirici bir rol oynar. Özellikle bilişsel-davranışçı terapi (CBT) gibi yapılandırılmış terapötik yaklaşımlar, bireyin ilişkisel sorunlarını tanımlamasına ve çözüm odaklı stratejiler geliştirmesine katkıda bulunur.
Daha Sağlam İlişkiler İçin Çift Terapisi
Romantik ilişkilerde yaşanan problemler söz konusu olduğunda ise çift terapisi en sık başvurulan yöntemlerden biridir. Yapılan çalışmalar çift terapisinin iletişim problemlerinin çözümünde, duygusal yakınlığın yeniden inşa edilmesinde ve güven ortamının sağlanmasında etkili olduğunu ortaya koymaktadır15.
Özellikle John Gottman tarafından geliştirilen Yakın İlişki Terapisi (Couples Therapy), çiftlerin duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını daha açık bir şekilde ifade etmelerini sağlamakta; aynı zamanda problem çözme ve uzlaşma becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmaktadır. Terapide tarafların birbirlerini suçlamak yerine, kendi duygusal ihtiyaçlarını tanımlayarak ifade etmeleri teşvik edilir. Bu yaklaşım ilişkilerdeki savunmacı tutumları ve çatışmaları azaltırken; daha yapıcı, anlayış temelli bir iletişim ortamı yaratır.
Ayrıca, terapi süreci sırasında bireyin geçmiş ilişki deneyimlerinden getirdiği olumsuz inanç kalıpları da çalışılır. Örneğin, "Değerli değilim" ya da "Kimseye güvenilmez" gibi şemalar, hem arkadaşlık hem de romantik ilişkilerde tekrarlayan sorunlara yol açabilir. Bu kalıpların fark edilip dönüştürülmesi, bireyin daha sağlıklı ilişki seçimleri yapabilmesine katkıda bulunur.
Kapatırken
Kısaca daha sağlıklı ve doyumlu ilişkiler kurabilmenin yolu çoğu zaman bireyin kendi içsel süreçlerini anlamasından ve geliştirmesinden geçmektedir. Terapötik müdahaleler; iletişim becerilerinin geliştirilmesi, duygusal regülasyon sağlanması, sınırların netleştirilmesi ve öz farkındalığın artırılması gibi pek çok alanda bireylere destek olmaktadır. Araştırmalar terapi sürecine dâhil olan bireylerin ve çiftlerin, ilişkisel tatmin düzeylerinin anlamlı ölçüde yükseldiğini ortaya koymaktadır15. Dolayısıyla sağlıklı ilişkiler kurmak isteyen bireyler için terapi önemli ve etkili bir yol haritası sunmaktadır.
Kaynakça
- Reis, H. T., & Collins, W. A. (2004). Relationships, human behavior, and psychological well-being. In Handbook of Positive Psychology (pp. 457–471). Oxford University Press.
- Uchino, B. N. (2006). Social support and health: A review of physiological processes potentially underlying links to disease outcomes. Journal of Behavioral Medicine, 29(4), 377–387. https://doi.org/10.1007/s10865-006-9056-5
- Gottman, J. M., & Silver, N. (1999). The Seven Principles for Making Marriage Work. New York: Crown.
- Rogers, C. R. (1957). The necessary and sufficient conditions of therapeutic personality change. Journal of Consulting Psychology, 21(2), 95–103.
- Decety, J., & Jackson, P. L. (2006). A social neuroscience perspective on empathy. Current Directions in Psychological Science, 15(2), 54–58.
- Shapiro, S. L., & Carlson, L. E. (2009). The Art and Science of Mindfulness: Integrating Mindfulness into Psychology and the Helping Professions. Washington, DC: American Psychological Association.
- Holmes, J. G., & Rempel, J. K. (1989). Trust in close relationships. In C. Hendrick (Ed.), Close Relationships (pp. 187–220). Sage.
- Sprecher, S. (2001). Equity and social exchange in dating couples: Associations with satisfaction, commitment, and stability. Journal of Marriage and Family, 63(3), 599–613.
- Canary, D. J., & Dindia, K. (Eds.). (2013). Sex Differences and Similarities in Communication. Routledge.
- Karney, B. R., & Bradbury, T. N. (1995). The longitudinal course of marital quality and stability: A review of theory, method, and research. Psychological Bulletin, 118(1), 3–34.
- Feeney, B. C., & Collins, N. L. (2001). Predictors of caregiving in adult intimate relationships: An attachment theoretical perspective. Journal of Personality and Social Psychology, 80(6), 972–994.
- Fletcher, G. J., & Kerr, P. S. (2010). Through the eyes of love: Reality and illusion in intimate relationships. Psychological Bulletin, 136(4), 627–658.
- Gottman, J. M. (1994). What Predicts Divorce? The Relationship Between Marital Processes and Marital Outcomes. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum.
- Greenberg, L. S., & Johnson, S. M. (1988). Emotionally focused therapy for couples. Guilford Press.
- Christensen, A., & Jacobson, N. S. (2000). Reconcilable differences. New York: Guilford Press.