Pembe mi Siyah mı?: Barbenheimer

Daha iyi hissetmeye bugün başlayın

Siz de 500 bin mutlu danışanımız gibi hayatınızın kontrolünü elinize alın.

“Hi Barbie!”, “Hi Oppie!”

Son günlerde dünyada gündem olan Barbie ve Oppenheimer tarz ve içerik olarak çok farklı olsa da iki film çıktıkları ilk günlerde bile dünya genelinde milyonlarca kişi tarafından izlendi. Sosyal medyada, mağazalarda, restaurantlarda veya cafelerde hayatımızın her alanında bu iki filmle ilgili reklamlar karşımıza çıkıyor.

Amerika, Kanada ve diğer pek çok ülkede 21 Haziran’da sinemada gösterime giren bu iki film neden bu kadar çok izlendi? Seyircilerin bu iki filmin isimlerinin karması olarak oluşturduğu Barbenheimer’a gelin daha yakından bakalım.

Barbenheimer Nedir?

Barbie ve Oppenheimer filmlerini heyecanla bekleyen izleyiciler filmler daha vizyona girmeden sosyal medyada bu iki filmin ismini birleştirerek Barbenheimer kavramını çıkardılar. Filmlerin vizyona çıkmasıyla popülerleşen Barbenheimer kavramı, bu iki film birbirine oldukça zıt olsa da seyirciler tarafından bu zıtlık nedeniyle eğlenceli bulundu.

Barbie, Greta Gerwig tarafından çekilen fantastik komedi türünde bir filmken; Oppenheimer II. Dünya Savaşı sırasında nükleer silahları geliştiren Manhattan Projesini ve fizikçi J. Robert Oppenheimer'ı konu almaktadır1.

Oppenheimer epik ve biyografik gerilim türünde iken Barbie’nin fantastik komedi olması ve bu iki filminde aynı anda bu derece sevilerek izleyiciler tarafından birlikte ele alınması gibi sebeplerle popüler Variety dergisi bu konudan “yılın film olayı” olarak bahsetti.

İzleyiciler bu kavramı çeşitlendirerek bu iki filmden Barbenheimer’ın yanı sıra Oppenbarbie, Barbieheimer olarak da bahsettiler1.

Zıtlıklar Birbirini Çeker mi?: Kontrast Etkisi

Pembe ve siyah... Karanlık bir biyografiye karşı kabarcıklı bir komedi.

Oppenheimer’ın yarattığı atom bombasına karşı Barbie’nin pembe dünyası. Zıtlıkların birbirini çektiklerinden bahsedilir fakat bizim bu iki filmi de sevmemizin sebebi bu değildir. Kontrast etkisi bizim Barbenheimer’ı sevmemizi etkileyen psikolojik bir faktördür.

Kontrast etkisi, iki şeyi yan yana karşılaştırdığımızda veya birbiri ardına deneyimlediğimizde, aralarında daha güçlü bir fark algılama eğiliminde olduğumuz anlamına gelir.

Büyük bir nesneye baktıktan sonra görece küçük bir nesne gördüğümüzde onu olduğundan daha küçük algılama eğiliminde oluruz. Barbie ve Oppenheimer'ı bir araya getirince, her ikisinin dünyasını daha yoğun olarak deneyimliyoruz2.

Barbie

1959'da Mattel oyuncak şirketi, Amerika’da genç bir yetişkinden modellenen bir oyuncak bebek piyasaya sürdü. Barbie isimli bu oyuncak bebek, "ergenlik çağındaki bir manken" olarak nitelendirildi.

Barbie Sendromu

Barbie bebeğin vücut ölçüleri fiziksel olarak sağlıklı kadınları temsil etmemektedir. Standart bir Barbie bebeği ele alacak olursak boyu 5 fit, 9 inç verilirse, bel çevresi yaklaşık 18 inç olur. Bu da yaklaşık 45 cm’e denk gelir.

barbie gerçek insan boyutunda olsaydı

Bunların yanı sıra Barbie gerçek bir insan olsaydı regl olabilmesi için vücunda yeteri kadar yağ bile bulunmayacaktı3. Barbie bebek, kum saati figürü olarak "doğaüstü güzellikte" ve “biyolojik olarak imkansız" olarak tasarlanmıştır.

Barbie Bebek Sendromu, tıpkı Barbie bebek gibi “imkansız” vücut ölçülerine sahip olmak dürtüsü olarak tanımlanan vücut dismorfik bozukluğu nitelendirmektedir. Bu noktada Barbie bebeğin genç kızları fiziksel ve zihinsel olarak olumsuz etkileyebileceğinden söz edilebilir.

Barbie Üzerine Bilimsel Araştırmalar

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya, yaşları 5 ila 8 arasında değişen kız çocuklar dahil edilmiştir. Deney esnasında kızlar Barbie'nin resimlerine maruz bırakılmışlardır.

Bu oyuncak bebekler, normal orantılı oyuncak bebekler veya hiç oyuncak bebek olmaması şeklinde 2 gruba ayrılmıştır. Bu çalışmanın sonucunda Barbie'ye maruz kalan gruptaki genç kızların daha düşük öz güven seviyesi ve daha fazla zayıf olma isteğine sahip oldukları görülmüştür.4.

Yapılan başka bir çalışma ise Hollanda'da yaşları 7 ile 11 arasında değişen 117 kız çocuğu ile yapılmıştır. Barbie bebek ile oynadıktan sonra (normal orantılı bir oyuncak bebek yerine), bu kız grubu yemek sunulduğunda daha az yemek yemişlerdir.

Amerikalı üniversiteli kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçları ise bize, kadınların kendilerini Barbie veya mankenlerle karşılaştırdıklarında özgüvenlerinde düşüş, daha olumsuz bir beden imajı ve riskli cinsel davranışlarda artış olduğunu göstermiştir4.

Barbie’nin Vücut Algısı Üzerindeki Etkisi

Yapılan çalışmalar bize şunu göstermektedir: Barbie’yi rol model alarak büyüyen kadınlarda erken ergenlik döneminde beden algısı bozukluğu görülme ihtimali artmaktadır.

Bu kişiler fiziksel görünümlerine yönelik memnuniyetsizlik, endişe, utanç gibi duygular barındırabilirler. Vücut algısındaki bozukluk da anoreksiya nervoza gibi psikolojik rahatsızlıklar açısından bir risk faktörü olarak ele alınmaktadır4.

Barbie'nin bir başka etkisi de tüketim için bir rol model olarak ele alınmasıdır. Onun "yaşam tarzı", mutluluğun pahalı maddi nesnelerden oluştuğunu ve bir kadının zengin, güzel ve her zaman eğlenmesi gerektiğini ortaya atmaktadır4.

Barbie’nin idealize edilmiş ve kusursuza yakın bir rol model olarak ortaya çıkması, insanlarda güzellik algısının gerçekten de bu olduğuna yönelik bir içselleştirmeye yol açabilir. Bunun yanı sıra özellikle kadınlarda kendi vücutlarından memnun olmama veya kendi vücutlarından utanç duymaya sebep olabilir.

Özellikle ergenlik döneminde kendi vücudunu akranları ile kıyaslama, aşırı diyet, aşırı spor veya yemek alımını kısıtlama gibi uygulamalarla kendilerine zarar verebilirler. Ayrıca Barbie, kişinin kimliği veya yeteneklerinden ziyade yalnızca fiziksel görünümü ile ön plana çıkarılmasını teşvik edici bir noktada durmaktadır.

Tüm bu süreçler kişinin kendi özgüvenini ve benlik saygısını da derinden etkileyebilir. Kişi güzellik algısının Barbie vücuduna sahip olmak olduğuna inanırsa, bunu gerçekleştiremediğinde yetersiz veya değersiz hissedebilir.

Barbie Filmi

Kişinin yetersiz ya da değersiz hissetmesine sebep olan bu algılardan Margot Robbie'nin canlandırdığı Barbie de nasibini alıyor. Daha önce mükemmel olduğu kabul edilen dünyasıyla artık uyumsuz hale gelen Barbie'nin plastik bir oyuncak bebekten kusurlu, doğal ve gerçek bir insana dönüşen Barbie’ye tanıklık ediyoruz.

barbie'nin güzellik algısına etkisi

Barbie karakterini Margot Robbie'nin canlandırdığı bu yapımda, Barbie'nin 'ideal kadın' profilinden giderek uzaklaştığını görmekteyiz. Barbie vücudunda meydana gelen değişiklikler ile kendisinde bir sorun olduğunu düşünmeye başlar ve bunun neden olduğunu anlamaya çalışır. Barbie'nin bu durumunu fark eden çevresi, onun bu durumu çözmesini ister.

Barbie, artık kendi dünyasına uyum sağlamaktan vazgeçer ve bizim 'gerçek' olarak adlandırdığımız dünyaya bir keşfe atılır. Barbie'nin keşfe çıktığı yeni dünya ise patriarkinin (ataerkilliğin) eleştirisine de olanak sağlıyor.

Ken ile birlikte gerçek dünyaya gelen Barbie, gerçek dünyada neredeyse hiçbir şeyin kendi dünyasındaki gibi olmadığını fark eder. Barbie dünyasında kendini değersiz ve yetersiz gören Ken, gerçek dünyayı erkeklerin yönettiğini görünce çok değerli hissetmeye başlar. Öte yandan Barbie'nin bu kısa süreli gerçek dünya tecrübesi kadınların neredeyse her gün maruz kaldıkları eşitsizliklerin bir fragmanı gibidir.

Filmde evrensel olan bu “yetersizlik” hissine çarpıcı bir şekilde dikkat çekiliyor. Tüm bunların yanı sıra filmde Barbie’nin plastik ve yapay oluşu filmin tamamına işlenmiş. Bunun sebebi ise Barbie’nin gerçek bir insandan çok uzak bir figür olması ve bu şekildeki “kusursuzluğun” yalnızca hayali olabileceğinin bizlere gösterilme çabası.

Zaman içerisinde Barbie bebeğin geçirmiş olduğu serüven ve alınan eleştiriler de filmde ele alınmış. Kimsenin kusursuz olmadığı ve bu kusursuzluğun yalnızca hayali bir dünyada mümkün olabileceğinin işlenmesi filmin temel noktalarından birisi diyebiliriz.

Oppenheimer

Barbie'nin aksine Oppenheimer filmi özellikle 20. yüzyılın ortalarındaki oldukça ataerkil diyebileceğimiz bir dönemde geçiyor.

Oppenheimer’ın Psikolojik Perspektifi

J. Robert Oppenheimer’ın üniversite yıllarında da bazı psikolojik sorunlarla mücadele ettiğinden söz edilmektedir. Oppenheimer’ın o dönemlerde isim olarak dementia praecox olarak anılan günümüzde ise şizofreni olarak bilinen bu tanıyı aldığından bahsedilmektedir5.

J. Robert Oppenheimer atom bombasının başarısından sonra kendisi ile gurur duysa da bombanın Japonya’ya atılması ile birlikte bu gurur kendisini pişmanlığa bıraktı.

Filmde de sıklıkla karşımıza çıkan flashback sahneleri, bombanın atıldığı anı tekrar deneyimliyormuş algısı, kabuslar, gün içerisinde yaptığı konuşmalarda yanmış insan suratları şeklinde halüsinasyonlar görmesi travma sonrası stres bozukluğu yaşadığının göstergeleri arasında yer almaktadır.

Filmin sonlarında Oppenheimer’ın zihninde Japonya’daki insanların bombadan nasıl etkilendiklerine yönelik görüntüler oluşur. Oradaki insanlar bombadan doğrudan etkilenerek ölmese de yayılan radyasyondan zehirlenerek yavaşça ölecektir. Bu görüntüler sahnelere yerleştirerek ve klostorfobik (kapalı alan korkusu) bir etki yaratılarak izleyicilere sunulmuştur.

Filmin renkli sahneleri Oppenheimer’ın bakış açısını temsil etmektedir. Yani filmdeki halüsinasyonlar onun dünyayı nasıl gördüğü ile örtüşmektedir. Oppenheimer ahlaki ve etik ikilemin farkında olsa dahi bilim dünyası tarafından övülmek ve halktan takdir almak adına bunun peşinden gitti. Geriye kalan ise bu sürecin psikolojik düzeydeki etkileri ve sıkıntılarından ibaretti6.

Sonuç Olarak

Barbie ve Oppenheimer’ın ortak özelliği filmlerin birbiri ile nasıl etkileşime girdiğini düşünmeye teşvik etmesi yönünde denilebilir. Yani aslında Barbie, ülkesindeki neşesinin ters giden şeylerin karanlık yönlerine vurgu yaptığı gibi, Oppenheimer’da da bu durum ters giden karanlık olaylarda aydınlığı gösterme çabası.

Gerwig’in filminin hafifliği, Nolan’ın kasvetli bulutlarını vurgulayan bir nitelikte gibi görülüyor. Barbie’nin partiye giden arkadaşlarına "Siz hiç ölmeyi düşünür müsünüz?" demesine karşılık Oppenheimer’da atom bombasının binlerce insanın ölümüne yol açtığının gösterilmesi de bunun bir örneği niteliğinde denilebilir7.

*Sitemizde bulunan yazılar tıbbi tavsiye içermez ve yalnızca farkındalık yaratmak amaçlıdır. Yazılardan yola çıkarak bir hastalık tanısı konulamaz. Hastalık tanısını yalnızca psikiyatri hekimleri koyabilir.